8 Ocak 2020 Çarşamba

Kitap 2 --ANADOLU'DA MÜCEVHER SANATI -UMUT ARABUL 4-Lidya Gümüşleri ...

Lidya Gümüşleri ... Efsanevi Lidya Krallığı’nda insanların topraklarında refah içinde yaşam sürdükleri kabul edilmektedir. “Karun kadar zengin” benzetmesi de, Lidya Kralı Kroisos’un adının zaman içinde değişime uğramasıyla oluşmuş bir deyimdir. Müzelerimizde sergilenen antik Lidya gümüşleri bugün bile büyük bir beğeni ile karşılanıyorlar ve hatta günümüz takı tasarımcılarına ilham veriyorlar. Batı Anadolu’nun verimli topraklarında hüküm süren Lidya Krallığı, başkentleri olan ve bugün Manisa sınırlarında bulunan Sardes’te, başta sanat ve bilim olmak üzere, bir çok alanda faaliyet göstermişler. Uygarlık tarihinde önemli bir yere sahip olan Lidyalılar sadece ilk parayı icat edip, kullanmakla kalmamışlar; aynı zamanda maden işlemeciliği ve kuyumculuk alanlarında da adlarından övgü ile bahsettirmişler. Verimli Lidya ovalarının ve gıpta edilen zenginliklerinin getirdiği bollukla; desenlerin, figürlerin dünyasını keşfe çıkan ve öğrendiklerini gümüşe, altına yansıtan usta ellerin eserleri bugün bile görenlerin nefesini kesecek güzelliktedir. Yüzyıllarca bolluk, bereket, refah ve zenginlikle bir tutulan Lidya toprakları, bunların sadece söylencelerden ibaret olmadığını kanıtlamak istercesine sayısız anıt ve eserlerle doludur. Karun Hazinesi olarak tanınan altın ve gümüş eselerden oluşan hazine, yasadışı yollardan yurtdışına kaçırılmış ve daha sonra resmi kanallarla Türkiye’ye iadesi sağlanarak, sergilenmek üzere Uşak Müzesi’ne verilmiştir. Çeşitli altın ve gümüş eserlerden oluşan hazine, görenleri tam anlamıyla hayran bırakacak nitelikte zarif ve güzel. altın eserler arasındaki kolyeler, broşlar, bilezikler, küpeler ve yüzükler aradan geçen bunca yüzyıla karşın takı seven insanların rüyalarını süslüyor. Karun Hazinesi’ndeki gümüş eserler ise, gümüşün asaleti simgelediğinin çok eski bir Anadolu örneği olarak karşımıza çıkıyor. Gümüş eserler arasındaki çeşit çeşit kaseler, kepçeler, tütsü kapları, fibulalar ve sürahiler, Lidyalılar’ın gümüşü işlemedeki benzersiz incelik ve zarafetlerini de gösteriyorlar. Arkeoloji dünyasında Phiale olarak bilinen geniş ağızlı kase formunu gümüşe uygulayan Lidyalı ustalar, kaseleri sadece gümüşün ışıltısına emanet etmemişler; onları ince ayrıntılı desenlerle de süslemişler. Kimi kaselere mitolojik figürler, kimi kaselere bitkisel motifler işleyen bu ustalar, kimi kaseleri de hayvan figürleri ile süslemişler. Sanatı gümüşle, estetiği günlük yaşamla birleştiren Lidyalılar’ın hünerli ellerinden çıkan gümüş eserler gerek günlük yaşamda, gerekse törenlerde, ibadetlerde kullanılmışlar. Çeşitli figürlerle süslü gümüş tütsü kaplarındaki tütsülerle dini törenleri gizemli bir hale getirirken, kutsal içeceklerini de birbirinden ilginç süslemeler ve motiflerle bezedikleri gümüş kepçelerle sunmuşlar. Antik çağ sanatının gözde motiflerini el emeği göz nuru bir dantel edasıyla tek tek gümüş eserlere aktaran Lidyalılar için sanat, belli ki gümüşle ve altınla yaşama dahil olmuş. El işçiliği ile özen ve sabırla bezenen kaseler, sürahiler, kaşıklar başlı başına sanat eseri gibi özenle işlenmişler. Kimi zaman lotus ve palmet motifleri ile kimi zamansa damla şeklinde süslenen gümüş eserler, sanatlarının asırlar sonrasına ulaşabileceğini bilmeyen ustalar tarafından sabırla yapılmış. Süslemelerde teknik olarak bazen kabartma, bazen oyma, bazen de kazıma teknikleri kullanılmış. Bazı gümüş kaselerin dışında kabartma olarak yapılmış olan sakallı erkek başları ise sanatçıların hünerlerinin yanı sıra, sabır ve özenlerini de ispat eder gibidir. Karışık hayvanlardan oluşan figürler ya da aslanla boğuşan Persli figürleri de Phiale olarak adlandırılan kaselerde sıkça kullanılan figürlerdendir. Kepçe, süzgü ve kulpu olan diğer kaplarda kulplar sade bırakılmamış, çeşitli hayvan figürleri ile süslenmiştir. Bu figürler arasında aslan ve kuğu figürleri en çok kullanılanlardır. Kulpları, bir kuğunun boynunun zarafeti ile güzelleştiren Lidyalı ustalar, aynı kulpları bir aslanın esnek ve çevik vücudu ile de hareketlendirmişler. Kuğudan başka gümüş eserlerde kullanılan bir diğer kuş figürü de horozdur. Özellikle kapların kapaklarında tutma işlevi için kullanılan bu figür ince işçilik ve ayrıntılı görünümü ile dikkat çekici bir şekilde işlenmiştir.. Oinochoe olarak bilinen sürahi kulplarında görülen formada, kulp genç bir erkek bedeninden oluşmakta ve bu genç figür iki aslanı tutarken gösterilmiştir. Görülüyor ki, Lidyalı sanatkârlar gümüş eserler üzerindeki her ayrıntıyı, her inceliği en güzel yaklaşımlarla yorumlamışlar ve kendi becerilerine, o dönem sanatının estetiğini katmışlar. Lidya gümüş eserlerinde görülen bir başka önemli figür de sfenkstir. Kuş kanatlı, aslan gövdeli ve insan başlı bu karışık mitolojik yaratıklar, antik çağ sanatının bir çok alanında sevilerek kullanıldıkları gibi, Lidya gümüş işlemeciliğinde de kendilerine önemli bir yer bulmuşlardır. Özellikle kulpların birleşim yerlerinde ya da kase kenarlarında kullanılan sfenks figürleri mitolojideki gizemlerini, gümüşün ışıltısı ile pekiştirir gibidirler. Lidya gümüş eserlerinde görülen işçilik ve teknik kuşkusuz göz alıcı ve incedir. Ancak daha fazla pırıltı, daha fazla estetik kaygısından mıdır bilinmez, Lidyalı sanatkârlar eserleri sadece gümüşten üretmemişler, aynı zamanda altın ve gümüşü birlikte kullanarak farklı tasarımlar ortaya çıkartmışlar. Bu tip kullanımda gümüş eserin üzerindeki motif ve figürler altından yapılıyor ve gümüşün ışıltısıyla, altının parıltısı göz okşayan bir birliktelikle, kusursuz bir estetikle harmanlanmışlar. Böylece gümüş eserler sanatsal açıdan paha biçilmez bir hale gelmiştir.Anadolu’da yaşayan halklar içerisinde efsanevi zenginliklere sahip olduğuna inanılan Lidyalılar, Anadolu’nun zengin kültür mozaiğine eşsiz altın ve gümüş eserler katmışlardır. Gerek altını, gerekse gümüşü işlemedeki başarılarının yanı sıra Lidyalılar, desen ve figürlerdeki benzersiz estetik ve incelikle de haklı bir üne kavuşmuşlar. Metropolitan Müzesi’nde geri gelen ve şimdi Uşak Müzesi’nde sergilenen altın ve gümüş eserler, Heroto’un öykülediği Delphi’deki hazinenin yapıldığı tarihten sonra bir döneme M.Ö. 252-450 sürecine, aittirler. Uşak Müzesi’ndeki hazinede bir oniochoe büyük bir olasıkla Anadolu’dan İtalya’ya göç etmiş olan Doğu Helenli bir ustanın eseridir. Buna karşın birçok figürlü tasvir Helen sanatının taşralı örnekleridir. Geri kalan değerli altın ve gömüş eserlerin büyük bölümü Pers kökenlidir. Paranın ( Sikkenin ) İcadı Lydialıların bir de dünya tarihi bakımından çok önemli bir rolleri olduğu kabul edilir. Nitekim Helen yazılarında göre madeni sikkeleri Lydialılar icat edilmişlerdi. Ancak bu satırların yazarı bir devlet tarafından basılmış olan paranın alışveriş aracı olarak kullanılmasının daha çok Anadolulu Helenlerin becerisi olduğu düşüncesindedir. Çünkü Lydialılar deniz ticaretinden yoksun olduktan başka güvenceli, ulaşımı kolay yollara sahip olmamaları nedeniyle Doğu ülkelerindeki ticaret ve kültür merkezleriyle sürekli bağlantı da kurulamamıştır. Nitekim Lydia sanat eserlerinde Pers işgaline, yani 545 tarihine değin hiçbir Mezopotamya ya da Mısır etkisi görülmektedir. Buna karşılık Anadolulu Doğu Helenler M.Ö.650 tarihlerinden başlayarak bir yüzyıl boyunca bütün Karadeniz çevresinde kurdukları kentler ve Akdeniz kıyılarında sahip bulundukları ticaret üsleri ile o zamanki dünya ticaretinde egemen durumundaydılar. Böylece paranın icadının Helenlerle Lydialıların ortak bir başarısı olarak akla yakın gelmektedir. Beklide altın, gümüş ve bronz madenleri Lydialılar veriyor ve paranın da Anadolu Helen kent devletçikleri sağlıyorlardı. Nitekim para üzerindeki aslan ve boa resimlerinin de Doğu Helen biçiminde olması bunu açığa vurmaktadır. Zaten madeni figürlü sikkelerin ortaya çıkışı da yıllar önce İngiliz arkeoloğu E.S.C Robindın’ın saptadığı ve bu satırların yazarının da belirttiği gibi M.Ö.630 tarihlerinde olagelmiştir.. Buda Milletos başta olmak üzere Anadolulu kent devletçiklerinin en parlak dönemine rastlanmakta ve paranın kullanılmasını gereken durumun ancak Anadolulu Helen işadamlarına yarayacağını kanıtlamaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder